silopi1Açık ki ciddi bir kirli özel savaş oyunu tezgâhlanmış ve sahneye konulmuştur; bunun gereği olarak kitlesel katliamlar yapılmakta, dağlarımız bombalanmakta, ülkemiz her şeyi ile yakılmakta ve yerle bir edilmek istenmektedir. Bu sömürgeci vahşet sahnelerinin ayrıntıları günlük olarak izlenmekte ve bilinmektedir. Bu nedenle fazla ayrıntıya girmeye gerek yok.

Öncelikle vurgulamalıyız ki, bu, bir “İktidar oyunudur”; bir saray darbesi, saray darbesini süreklileştirme oyunudur, başka bir ifadeyle öteden beri yürütülen iktidar stratejisinin “Final Sahnesi”dir!

Final aşamasında, artık ara aşamaların yeri kalmamıştır, uzlaşma, belli tavizlerle geleceği kurtarma olanağı ve şansı da kalmamıştır! Ya mutlak başarı, ya da mutlak yenilgi!

Mutlak yenilgi, saray ve çevresi için “ölüm” demektir. Bu, Erdoğan ve çevresi için kesinlikle böyledir!

Burada bireysel iktidar stratejisi ile buna dayanarak devletin geleneksel reflekslerini harekete geçirme konusu, bu anlamda dayatılan topyekûn savaş, kendi içinde paradoksaldır!

Bu, bugüne kadar Kürdistan devrimine dayatılan özel savaşlardan, bu anlamda, bir farklılığı içermektedir. Bu farklılık, Erdoğan’ın iktidar mücadelesinin her aşamasında ve gelinen bu final aşamasının çelişkilerinde saklıdır!

Bu, onun aynı zamanda en zayıf noktasını da oluşturmaktadır, aynı zamanda daha kolay yıkılabilirliğini, buna karşı politik mücadele olanaklarını da anlatmaktadır!

Erdoğan’ın kendisi, aynı zamanda bu savaş konseptinin en zayıf halkasını da oluşturmaktadır; eğer devrimci ve demokrat güçler, bu mücadele sürecinde başarılı olamazlarsa, ya da zamana yayılan ve devletin aleyhine gelişen bir süreç haline gelirse, kendi içinde başka darbe, örneğin MHP destekli askeri darbe seçenekleri de devreye girebilir, bu, kesinlikle yabana atılmamalıdır!

Gelinen noktada bir darbe durumu var ve bunun finali oynanmaktadır, final, Kürdistan’a dayatılan topyekûn savaş üzerinden kazanılmak istenmektedir!

Bunun için yeni ittifaklar, dahası “Milli Mutabakatlar” kaçınılmazdır!

Öncelikle çok kısa sürede, adeta bir “komut”la oluşturulan “Milli Mutabakat” hakkında birkaç söz söylememiz gerekir:

TC’nin tarihini bilen bilir; TC tarihi, aynı zamanda “Mili tehlikeler karşısında” bir “Milli Mutabakat” tarihidir! Ermeni Soykırımı karşısında, Kürt ve Kürdistan kavramları ve direnişleri karşısında en şaşmaz “Mili Mutabakatlar” kurulmuştur! Kıbrıs gibi “Milli Davalar” için de bu durum söz konusudur. 12 Eylül Darbesi sürecinde, “Bölücülüğe ve Komünizme karşı” mücadelede, “Devletin Ali çıkarları icap” ettiğinde bu büyük milli refleksler harekete geçirilir, her kesime ayar verilir, bütün ayrılıklar arka plana itilir ve “Milli Mutabakat”ta esas duruşa geçilir, selama durulur, askeri postallar giyilir!

Günümüzün Milli Davası, Kürt ve Kürdistan düşmanlığıdır; Kürt halkının büyük bedeller, acılar, katliamlar pahasına elde ettiği kazanımlar ve mevzilerdir; Kürt ve Kürdistan kavramları ve Kürdistan direnişleri karşısında, başka bir ifadeyle “Teröre Karşı Mücadele”de “Milli Mutabakat” duruşudur!

Her partinin, her kurum ve kuruluşun, her çevrenin ve her kişinin bir tek duruş sergilemesi istenir, kirli özel savaşın şaşmaz bir dişlisi olması istenir ve dayatılır.

demirtas_1Bu, HDP’ye de bire bir dayatılmaya çalışılıyor; bu noktaya geleceğiz.

Kürt ve Kürdistan düşmanlığı soyut bir olgu değil, kendileri açısından belki de Cumhuriyet tarihinin en yakıcı ve yakın tehlikesi olarak algılamaktadırlar. Rojava Devrimi, Kobanê Direnişi ve Zaferinden geçerek Girê Spî (Tel Abyad) zaferi ile Kantonların birleştirilmesi yolunda önemli bir dönemeci aşmıştır. Rojova’da bir somut olgu olarak ortaya çıkan Kürdistan gerçeği, daha önce Güneyde oluşan Federe Devlet deneyimi ve 7 Haziran seçimleri ile somut olarak ortaya çıkan Kuzey Kürdistan devrimci halk gerçekliği ve bunun yakın gelecek açısından taşıdığı devrimci dinamikler, geleneksel TC’nin Kürt düşmanı reflekslerini harekete geçirmede yeterli nedenler olarak algılanmıştır.

Bu, aynı zamanda bölgesel planda yeni bir güç dinamiğinin, yanı “Kürt realitesinin” politik düzlemde yerini almaya başlaması anlamına da geliyordu; bu, içte ve dışta “Çanların Çalması”na işaret ediyordu…

MHP’nin 7 Haziran akşamında HDP’ye karşı takındığı tavır, aslında TC’nin bu geleneksel reflekslerinin harekete geçmesinden başka bir şey değildi. Ordunun da aynı reflekslere sahip olduğunu sadece vurgulamakla yetinelim.

Tam bu noktada saray darbesinin final sahnesini oynamaya başlayan, ama bunu 7 Haziranda başaramayan Erdoğan, anılan bu Milli refleksleri bu final sahnesinin politik-askeri ve psikolojik dayanakları haline getirdi. Başka bir ifadeyle kendi darbe süreci ile Kürt ve Kürdistan kazanımlarına karşı topyekûn savaşını aynı dalga boyunda buluşturdu; bir bakıma kendi savaşını “Mili savaş” olarak göstermeyi “başardı” ve bu doğrultuda “Mili mutabakatı” belli ölçülerde gerçekleştirdi.

Çok net görüleceği gibi, öteden beri yürütülen, farklı dönemlerde farklı biçimler kazanan Kürdistan devrimci direnişini, Türkiye’de demokrasi mücadelesini bastırma özel savaşı ile saray darbesi, bunun final aşaması üst üste binmiştir.

Bu savaşın dayandığı “Mili Mutabakat’ın temel güç ittifakları ise çok açıktır: Erdoğan ve AKP, Ordu ve MHP!

Diğer güçlerin, örneğin, her zaman özel savaşın “Amiral Gemisi” olan Hürriyet ve Doğan Grubu, Erdoğan tarafından tam bir tasfiye hareketinin hedefi olan Cemaat Medyası, “Terörle karşı Mücadele” konusunda Erdoğan Medyası ile bir yarış içindedirler. Burada demokrat maskesini takınan Ahmet Hakan’ın S. Demirtaş’a yönelik “Açık Çağrısı” bu Milli Mutabakat yarışında geri kalmama çabası olarak okunmalıdır.

Aydın Doğan Grubu ve Cemaat Çevreleri, postalları giyerek Erdoğan’ın arkasından “Vatanseverlik” sınavında yarışırken, yani Kürt ve demokrasi düşmanlığında doludizgin yol alırlarken, yarın bu final sahnesi Erdoğan’ın başarası ile sonuçlandığında, başlarına neler geleceğini bilmiyorlar mı?

Aslında yaşadıkları tam anlamıyla trajik bir paradokstur! Ama Kürt düşmanlığı ve iliklerine işleyen anti-demokratizm gözlerini öyle bağlamış ki, başlarını tam olarak giyotine uzattıklarının farkında değilmişler gibi davranıyorlar… Oysa 7 Haziranda nasıl soluklandıklarını biliyoruz…

silopi2Bu son iki noktayı vurgulamamızın önemi şurada:

Sağlanan Milli Mutabakat, aslında geçmişte sağlanan Milli Mutabakatlar gibi çok sağlan dayanaklara sahip değildir. Erdoğan’ın saray darbesi, başlı başına onlar için bir sorundur, kendi aralarında ciddi çelişkiler vardır, dolayısıyla bu cepheyi yarmak, daraltmak mümkündür! Bu anlamda HDP’nin dayatılan savaş için “bu bir vatan savunması değil, Saray savaşıdır” tespiti ve bu eksen üzerende geliştirilen politik mücadele, isabetli ve sonuç almaya aday bir yaklaşımı ifade etmektedir!

Erdoğan ve faşist diktatörlüğünün Kürt halkına ve bütün Kürdistan kazanımlarına dayattığı kirli özel savaş oyununu boşa çıkarmak bütün Kürdistan yurtseverlerinin ve Türkiye devrimci ve demokratlarının birincil görevidir!

Saray darbecileri, ilk planda ve yakın gelecekte, HDP yenilgiye uğratılmadan, siyasal mücadele alanı olabildiğince daraltılmadan başarı şanslarının, final başarısını yakalama olanaklarının olmadığını çok iyi biliyorlar. Bu nedenle kirli savaşın odağına HDP’yi koymuşlardır:

Yasal zeminde elde edilen bütün kazanımları tırpanlama ve giderek ortadan kaldırma ve beyinlerde ve bilinçlerde meşruiyetini gölgeleme ve ilk olası seçimde barajın altına itme… Siyasal linç kampanyaları, HDP’ye dayatılan en kirli psikolojik savaş yöntemleri ve aynı süreçte gerilla ve halkımız üzerinden yoğunlaştırılan topyekûn imha savaşının ilk politik hedefi budur!

Kukusuz ilk genel anlamda “Topyekûn imha savaşına karşı, topyekûn direniş” yaklaşımı doğrudur. Ama bu genel çerçeve ile yetinmek yeterli değildir, kirli oyunu boşa çıkarıcı adımlar atmak, çok önemli ve diğer bütün gelişmeler için ön açıcı olacaktır!

Saray darbesinin sözcülerinin laflarına ve yaklaşımlarına bakıldığında, gelinen noktada en çok korktukları ve şimdiden ön almaya çalıştıkları nokta, PKK ve KCK yönetiminin olası bir “Ateşkes” ilanıdır! Böyle bir adımın olası politik sonuçlarını ve kendi kirli oyunlarını sürdürme çabalarını istemleri “haklı” kılmak için şimdiden “propaganda savaşına” başlamışlardır.

Elbette özel savaş sözcülerinin propagandalarından çok burada önemli olan tezgâhlanan oyunu boşa çıkarıcı yaklaşımlardır. Bunun için askeri planda yapılması gerekenleri, kısaca bir önceki yazımızda şöyle özetlemiştik, tekrarlamakta yarar var:

“Belli ki, devlet, başlattığı kapsamlı saldırı ve operasyonlarla “çatışmasızlık durumuna” son vermiştir, bunu genişleterek sürdürme isteğinde olduğu görülmektedir. Buna karşı ilk planda yapılması gereken “Aktif Savunma” konumunda ısrardır. Bu ısrar, Erdoğan’ın politik-stratejik planlarını boşa çıkarmada, devrimci mücadelenin politik hareket alanlarını genişletmede de etkide bulunacaktır! Kuşkusuz bu duruş, gereken bütün tedbirleri içerir, “ölçülü” “misilleme hakkını” da… Önemli olan politik hareket alanlarını genişletmek, “dostları çoğaltmak”, “düşmanın planlarını boşa çıkarmaktır”! Özellikle bu yeni durumda, belki de geçiş döneminde, mücadelenin diğer politik alanları da hesaba katıldığında bu yaklaşımın daha doğru ve sonuç alıcı olacağı kanısındayım…”

İç ve dış dengelerdeki gelişmeler, Saray ve TC ile var olan kimi uzlaşmazlıklar anılan oyunu boşa çıkarmada kimi olanaklar sunuyor. Böyle bir adım, bu olanakları daha avantajlı hale getirebilir.

Bu yaklaşımı daha da somutlaştırmak gerekirse;

asiti1“Bu oyunu bugün her açıdan boşa çıkarmanın ilk yolu, ilk planda tek taraflı da olsa ATEŞKES ve gerillanın Aktif Savunma konumunda ısrar etmesidir.

Ateşkes ve Aktif Savunma, çok açık ki, Erdoğan’ın kirli savaş planlarının boşa çıkarılmasında en etkili politik hamle olacaktır!

Böyle bir hamle, sadece, Erdoğan'ın kirli oyunlarını boşa çıkarmaz, aynı zamanda, politik alanda çok önemli olanakların önünü de açar!”

Her gün katliamların yapıldığı, halkımıza, “devletin gücünün” en kanlı ve acımasız yöntemlerle, katliamlarla gösterildiği, cenazelerimizin verilmeyerek, en insanlık ve ahlak dışı uygulamaların yapıldığı bu dönemde, “duygusallığın” dorukta olduğu bugünlerde “Tek yanlı ateşkes” çağrısını önermenin zorlukları biliniyor. Buna rağmen kısa, orta ve uzun vadede kazandırıcı hamleler yapmak siyasal aklın ve askeri stratejinin bir gereğidir!

Acılarımızı, çok zor ve dayanılmaz boyutlarda olsa da, aklımızın hizmetine sokmak, yüreğimizle aklımızı bütünleştirmek durumundayız!

Halkımızın, bu kirli savaş oyunlarını boşa çıkaracak deneyim ve güce sahip olduğunu biliyor ve inanıyoruz.

Açık ki HDP ciddi bir biçimde hedef tahtasına oturtulmuştur. Bu noktada HDP ve bileşenlerine çok önemli görevler düşmektedir.

HDP’ye kendi iradelerini dayatma, onun önüne kabul edilemez şartlar koyma, bir bakıma “Milli Mutabakat” içine çekme çabası içindedirler; aslında bu dayatma on yıllardır tekrarlanmaktadır. Özeti şu;

“PKK ile arana mesafe koy”, en “yumuşak olanı” bu! Dahası var: “PKK terör örgütüdür amentüsünü her gün ve her fırsatta, yüksek sesle tekrarla, yoksa sana siyaset yapma fırsatı ve meşruiyeti verilmez!” “PKK eylemlerini, cinayetlerini kına”, “ancak bunları yaparsanız siyasal parti kimliğini kazanır ve siyasal yaşam hakkını ve olanağını bulursunuz!”

Bu, çok açık, HDP’yi tam anlamıyla teslim alma, özel savaş ve psikolojik savaşın bir unsuru haline getirme, politik misyonunu bitirme, psikolojik olarak teslim alarak siyaset yaptırma ve her açıdan yenilgiye uğratma dayatmasıdır!

Bu nedenle tam cepheden net, açık, samimi ve ikirciksiz bir tavır almak, saldırıları tam da bu noktada püskürtmek, eğer mücadeleyi bir savaş terminolojisi ile ifade edecek olursak, savunma hattını bu en ön çizgide kurmak gerekir. Bu mevzide dayatılan saldırıları püskürtmeden, diğer mevzileri korumak da mümkün olmaz!

Tam cepheden net, açık, samimi ve ikirciksiz bir tavır alırken kısaca ve özet olarak söylenmesi gereken şudur:

“Bizim siyaset duruşumuzu, siyaset çizgimizi ve yaklaşımımızı, neyi söyleyip neyi söylemeyeceğimizi, neyi yapıp neyi yapmayacağımızı belirleme hakkınız ve yetkiniz yoktur; hem siyasal, hem hukuki, hem de ahlaki olarak; bu, kendi haddini bilmemek ve haddini aşmaktır!”

“Her durumda ve her koşulda, her zeminde, her olay karşısında kendi tavrımızı ve irademizi yine biz, sadece biz kendimiz belirleriz! Bu dayatmalarınız, teslim alma ve irade kırma faşizmidir! Diyarbakır zindanlarında dayatılan, tamı tamına sizin dayattığınızın aynısıydı…”

“Resmi çizginizi ve psikolojik tezlerinizi reddediyor ve demokratik saygı bekliyoruz. Kendinizi yargılayan ve infaz konumunda gördüğünüz sürece sadece halklarımızın iradesine saygısızlık etmiş olmuyorsunuz, aynı zamanda, egemen ve yöneten konumunda görme ve tutma, tepeden dayatan ve buyurgan davranma yaklaşımını sürdürmüş oluyorsunuz. Bu ise, zaten bizim mücadele gerekçemizin kendisidir!

“Öncelikle buyurgan konumunuzu reddediyoruz, bu sömürgeci bakış açısından vazgeçmeniz gerekir. Diyalog ve barış ilişkisi ancak, “eşitler arası” bir ilişki olabilir.”

silopi3Kısacası bu tür dayatmaları ilk planda reddetmek ve tartışma konusu yapmamak gerekir; buna hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur, olamaz!

Verilecek bir hesap varsa, bu, halka açık ve samimi bir tarzda ve en uygun ve meşru zeminlerde verilir!

Esas hesap vermesi gerekenler, darbeciler, katiller ve hırsızlardır; kendi yasalarını, anayasalarını bile çiğnemekte sakınca görmeyenlerin hesap sormaya hakları yok!

Bu teslim alma tavrı bütün “Milli Mutabakat” cephesinin her zeminde ve her fırsatta tekrar tekrar dayatılıyor. Öyle ki, HDP’ye soluk aldırmayacak bir biçimde yapılıyor. Bu nedenle bu saldırıyı tereddütsüz püskürtmek gerekir!

Açık ki HDP ciddi bir biçimde hedef tahtasına oturtulmuştur. HDP üzerinden devrimci demokratik kazanımlar yok edilmek istenmektedir!

Bu noktada Erdoğan ve faşist diktatörlüğünün Kürt halkına ve bütün Kürdistan kazanımlarına dayattığı kirli özel savaş oyununu boşa çıkarmak ve HDP’yi açıkça ve net bir biçimde desteklemek, bütün Kürdistan yurtseverlerinin ve Türkiye devrimci ve demokratlarının güncel görevidir.

                                                                                                            

                                                                                                             9 Ağustos 2015

                                                                                                               M. Can Yüce

                                                                                                         E-Mail: can@mehmetcanyuece.com

 

News Reporter

Bir yanıt yazın