topyekun1  Hiç kuşku yok, 24 Temmuz 2015 akşamı Kürdistan dağlarına, gerilla üslerine, gerilla alanlarına yapılan yoğun ve imha amaçlı hava saldırıları, salt Kürdistan halkına ve onun en dinamik güçlerine karşı değil, Türkiye’deki Kürt halkının dostlarına, devrimci, sosyalist, demokrat, ilerici, aydın, işçi, emekçilere karşı geliştirilen topyekûn bir imha saldırısıdır. Suruç Katliamının hemen ardından bu topyekûn saldırının başlatılması da bunu açıkça ortaya koyuyor…

Aynı topyekûn saldırıları, şehir merkezlerinde kitlesel tutuklama operasyonları, etkin ve yoğun, bayağı psikolojik savaş kampanyaları ile birlikte yapılıyor…

Bu saldırının aynı zamanda ”İŞİD’a Operasyona” denk getirilmesi, bu ikisinin birlikte, aynı cümlede telaffuz edilmesi, kesinlikle rastlantı değildir. Kobanê Direnişi döneminde Erdoğan, “bizim için PKK ve İŞİD aynıdır, ikisi de terör örgütüdür” demişti. Girê Spî (Tel Abyad) düştüğünde Erdoğan Medyası PYD’nin İŞİD’tan daha tehlikeli olduğunu vaaz ediyor ve tam anlamıyla savaş çığırtkanlığını yapıyordu. Bu, tam anlamıyla bir psikolojik savaş hilesidir; “Osmanlıda oyun çok” sözünü bir kez daha doğrulamaktadır. Bu, zihinleri bulandırma, olası tepkileri frenleme ve saldırıları meşrulaştırma hilesidir!

Bu topyekûn saldırının genel ve güncel hedefleri nelerdir?

Bu soru çok önemli, doğru politikalar izlemek açısından mutlaka serinkanlı, tepkilerden uzak ve derinlikli analizlere ihtiyaç var. Aslında güncel hedefler genel hedefin somutlanmış, uygulama haline sokulmuş durumundan başka bir şey değildir. Kısaca özetlemekte yarar var:

“Unutmamak ve hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir ki, TC’nin geleneksel Kürdistan politikası bir bütündür; bu, Kuzey’i, Güney’i, Doğu ve Rojava’yı birlikte ve bütünlüklü olarak kapsar. Her parçaya ilişkin farklı taktik ve uygulamalar geliştirebilir; ama bunların tümü temel ve bütünlüklü olarak Kürdistan stratejisine uyumlu olmak durumundadır.

Her zaman da buna özen göstermişlerdir; bunu “milli” bir reflekse, davranış kalıbına, hatta kültürüne dönüştürmüşlerdir.  Kimi üslup farklarına rağmen bütün Cumhuriyet Hükümetleri bu çizgi ve refleksi özenle gözetmiş ve uygulamışlardır!

Gelinen noktada sayısız suçun birinci dereceden faili konumundaki Recep Tayyip Erdoğan, bu geleneksel Kürt ve Kürdistan politikasının özünü yeni taktik ve yöntemlerle “zenginleştirmiş”; yere, zamana ve koşullara, dengelere bağlı olarak uzlaşma ve inkâr ve imha yöntem ve yaklaşımlarını iç içe kullanmış; ama her zaman TC’nin stratejik Kürdistan politikasını gözetmiş ve bu doğrultuyu ısrarla sürdürmüştür.”

Bu bağlamda TC’nin geleneksel Kürdistan politikası ile Erdoğan’ın kendi Sultanlık hayallerini sürdürme, fiili olarak kurduğu, ama henüz bunu hukuki bir zemine oturtamadığı diktatörlüğünü “ne pahasına olursa olsun” sürdürme kararlığı, güncelde örtüşmüştür. Çelişkileri, paradoksları da bu bütünleşmede gizlidir. Erdoğan – MHP örtük ittifakı ve bunun kökleri anılan bu “örtüşmede” var; bu, TC’nin inkâr ve imha çizgisinden başka bir şey değildir.

İzlenen stratejik hedef yukarıda kısaca özetlenen çerçevede vurgulandığı gibi çok açıktır: Politik bir realite olarak bölgesel düzeyde hatırı sayılır bir konum kazanmış ve fiili olarak sömürge Kürdistan sınırlarını aşmış Kürdistan Devrimci Mücadelesinin bütün politik, askeri, moral ve toplumsal kazanımlarını geriletmek, daraltmak, iç ve dışta tecrit çemberini geliştirmek ve uzun vadede fiilen aşılan sömürge Kürdistan’ı yeniden “restore” etmek! Bunu gerçekleştirebilirler mi, gerçekleştiremezler mi; bu, ayrı bir konudur, ama açık hedefleri budur.

topyekun2Bu, aynı zamanda TC egemenlik sistemini oluşturan bütün güç odaklarının, çevrelerinin stratejik paydasıdır. Aydınlık’tan Sözcü’ye, Hürriyet’ten Sabah’a uzanan yayın organlarına bakıldığında nasıl da bir işaretle “asıllarına döndükleri” çok rahatlıkla görülecektir.

HDP’ye saldırı, hatta kapatmaya dönük girişim işaretleri, bir Kontra Şefi konumundaki Bahçeli’nin Yargıtay Başsavcılığına yaptığı çağrı; giderek bütün yasal çalışma alanlarını daraltmaya dönük operasyonlar;

Gerilla alanlarına kapsamlı imha saldırıları;

İçte ve dışta devrimci mücadelenin ittifak zeminlerini daraltma çabaları;

Ve sonuçta tecrit ve bastırma… İşte bütün bu ana başlıklar bu genel planın ana unsurlarını özetlemektedir.

Bunun güncelde nasıl somutlandığını kısaca özetlemekte yarar var:

Güncel topyekûn imha savaşı ile Erdoğan’ın iktidar hedefleri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Rojava ve genel Kürdistan’a düşmanlık ve savaş, içte en geniş milliyetçi, şoven ve ırkçı çevreleri bir “Milli Mutabakatta” buluşturmada önemli bir araç olarak düşünülmekte, yine bu, “iç güvenlik” bahanesi yaratmada da bir politik ve psikolojik etken olarak kullanılmak istenmektedir…

Ne pahasına olursa olsun elde ettiği iktidar konumu bırakmamak ve sürdürmek, Erdoğan için bir var oluş nedenidir. O kadar suça bulaştılar ki iktidardan düştükleri an, kendilerini iç ve uluslar arası yargının karşısında bulacaklarını çok iyi biliyorlar…

Katil ve hırsızın, tek bir seçeneği vardır: Ne pahasına olursa olsun suç imparatorluğunu sürdürmek! Hele bu suç imparatorunun bütün suçları belgeleriyle ortada duruyorken yapamayacağı hiçbir kötülük yoktur, işlemeyeceği bir suç, yapmayacağı bir katliam ve hunharlık yoktur;  suç işlemekte bir ölçü, sınır ve ahlakı kural tanıması da mümkün değildir!

Açık ki 7 Haziran Erdoğan’ın iktidar planları ve hedeflerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu nedenle 7 Haziran seçim sonuçlarını yok sayıyorlar. Bunun ilk adımı MHP tarafından 7 Haziranın akşamımda atıldı; bu, Erdoğan’a büyük bir cesaret verdi, manevra alanlarını genişletti… MHP’nin bu yok sayma tavrı ile bugün başlatılan topyekûn saldırının da güncel fitili ateşlenmiştir; “milli mutabakatın” fiili zemini döşenmiştir.

Bu anlamda dayatılan topyekûn saldırı, bir bakıma 7 Haziran’ın rövanşı niteliğindedir; onun ortaya çıkardığı kazanımları bastırma, yok etme hareketidir…

Şu anda açık bir darbe durumu var, bu darbe durumu hiç de 12 Eylülden daha geri bir konumda değildir.

Anayasa askıya alınmış, kendi itiraflarıyla “Parlamenter sistem buzdolabına konulmuş”, 7 Haziran Seçim sonuçları fiilen yok sayılmıştır. En temel kararlar Saray tarafında alınmakta ve kukladan öte bir anlamı olmayan “geçici” Başbakan ve hükümet tarafından uygulanmaktadır…

Kendi yasalarına göre bile Saray ve “geçici” darbe hükümetinin hiçbir meşruiyeti yoktur! Politik ve ahlakı olarak bu, zaten öteden beri böyledir! Bu anlamda yasal politik zeminde Erdoğan ve hükümetin meşruiyet konumunu tartışma gündemine taşımak, darbe durumunu ve darbecileri tanımamak, darbecilere karşı geliştiren mücadeleinin haklılığını ve meşruiyetini vurgulamak önemlidir, bu,aynı zamanda politik-psikolojik bir üstünlük sağlayacaktır.

topyekun3Bu noktada bu darbe durumunun aktörleri ile Erdoğan’ın iktidar planlarıyla “milli mutabakatta buluşan çevreler” arasında önemli çelişkiler de var; bunlar biliniyor, ayrıntıya girmeye gerek yok, sadece bu genel blokun iç çatışmalarının belli fiili olanaklar ve fırsatlar ortaya çıkarabileceğini not etmekle yetinelim.

Erdoğan’ın fiili diktatörlüğünü sürdürmek için her yola başvuracağı çok açıktır. Bunun için en uygun “tez” Kürt, Kürdistan, PKK, PYD, HDP düşmanlığıdır. Bu düşmanlık ve savaş durumu ile iktidar planlarını meşrulaştırabileceğini, en geniş “milli mutabakatı” gerçekleştirebileceğini biliyorlar.

Bu bağlamda HDP ilk planda “bertaraf” edilmesi gereken bir hedef olarak seçilmiştir. HDP’yi kapatma da dahil her türlü psikolojik kampanya ile gözden düşürme, kitlesel tutuklamalarla zayıflatma ve sonuçta 7 Haziran kazanımlarını yok etme, eğer bir erken seçim olursa, HDP’yi baraj altında bırakma; Erdoğan’ın ilk, acil hedefleri arasındadır. 7 Haziran akşamında bu yana attığı her adımda bunu görmek mümkündür!

Bu değerlendirmeyi daha derinleştirmek, başka bağlantılarla, örneğin iç ve uluslararası boyutları ile genişletmek mümkündür. Ancak konuyu dağıtmadan yapılması gerekenler konusundaki önerilerin altını çizmek daha önemlidir diye düşünüyoruz.

Neler yapılmalıdır?

Bir; Politik yasal zeminde:

Açık ki HDP ciddi bir biçimde hedef tahtasına oturtulmuştur. Bu noktada HDP ve bileşenlerine çok önemli görevler düşmektedir. HDP, seçim sürecinde sürdürdüğü çizgiyi güncelleyerek somut yöntemlerle sürdürmelidir. Seçim sürecindeki duruşu ve pratik çizgisi kazandıran ve tecrit çabalarını boşa çıkaran bir çizgi oldu… Elbette daha etkin ve sonucu alıcı yöntemleri devreye sokmak da önemlidir; kazanılan parlamenter güçlerle yapılacak daha etkin yöntemler vardır.

Bu bağlamda “Kürt Siyasal Hareketinin” diğer bileşenleri, HDP’nin konumunu, iddialarını, uygulaya geldiği politik-pratik çizgiyi güçlendirecek bir tutum içinde olmalarında büyük bir yarar var; bu, HDP’nin konumunu ve duruşunu güçlendireceği gibi, onun üzerinde yürütülen psikolojik baskıları boşa çıkarmada, tecrit ve “itibarsızlaştırma” çabalarını etkisizleştirmede etkin bir rol oynayacaktır…

Kitle direnişlerinde etkin “Sivil itaatsizlik” esas olmalıdır; bu, olası kontra saldırılarına, paramiliter, İŞİD ve diğer kontra güçlerine karşı “Savunma tedbirlerini” dışlamaz, tersine bütün bunları da kapsar! Kapsamlı saldırı dalgası karşısında ilk planda, “Dalga kırıcı” bir pozisyon almak önemlidir.

6-8 Ekim Serhildanlarını doğru değerlendirmeden ve gerekli derslere ulaşmadan, daha da önemlisi bu derslerin gerekli kıldığı önlemleri almadan olur olmaz her “durumda” benzeri çağrılar yapmak, doğru olmadığı gibi pratikte gerçekleşme şansı da olmaz. Bu tür olayların, “çağrıların” ötesinde kendi tarihsel iç dinamikleri vardır, birçok çelişkinin düğüm noktasıdırlar, “küçük bir kıvılcım bile bozkırı tutuşturmaya yeter.” Ama olur olmaz benzer çağrılar yapılır ve gerekli karşılık alınmazsa tersi durumların ortaya çıkması bile muhtemeldir!

İki; Askeri alanda:

Belli ki, devlet, başlattığı kapsamlı saldırı ve operasyonlarla “çatışmasızlık durumuna” son vermiştir, bunu genişleterek sürdürme isteğinde olduğu görülmektedir. Buna karşı ilk planda yapılması gereken “Aktif Savunma” konumunda ısrardır. Bu ısrar, Erdoğan’ın politik-stratejik planlarını boşa çıkarmada, devrimci mücadelenin politik hareket alanlarını genişletmede de etkide bulunacaktır! Kuşkusuz bu duruş, gereken bütün tedbirleri içerir, “ölçülü” “misilleme hakkını” da… Önemli olan politik hareket alanlarını genişletmek, “dostları çoğaltmak”, “düşmanın planlarını boşa çıkarmaktır”! Özellikle bu yeni durumda, belki de geçiş döneminde, mücadelenin diğer politik alanları da hesaba katıldığında bu yaklaşımın daha doğru ve sonuç alıcı olacağı kanısındayım…

Bu aşamada, etkin, yaygın ve genel bir “Saldırı Pozisyonuna” geçmek, erkendir, beklenen sonuçları vermeyebilir. Bunun yerine “Aktif Savunma”, politik alanlarda verilen çalışmalara güç verme, etkin kitlesel “Sivil itaatsizlik” hareketlerine destek, bunun yanı sıra her türlü kontra saldırılarını karşı “koruyucu” tedbirler alma, çok yönlü tecrit çabalarına karşı cepheleşme ve etkin diplomasi, psikolojik savaşa karşı doğru ve etkin bilgilendirici basın yayın faaliyetleri vb. koordineli çabalar, tekrarlamakta yarar var, bu aşamada, daha sonuç alıcı olur!

Yine bu genel bağlamda altı çizilmesi ve dikkat edilmesi gereken noktalar var. Politik ve askeri olarak anlamı olmayan, politik çalışma alanları daraltan, politik hedeflerin hizmetinde olmayan, daha da önemlisi, savaş hukuku ve ahlakı bakımında sorunlu ve doğru olmayan eylemlerden kaçınmak çok önemlidir! Örneğin Ceylanpınar’da iki polise karşı geliştirilen eylem bu türden ve kaçınılması gereken eylem türleridir…

Üç; Güney ve özel olarak KDP ile ilişki ve var olan sorunlar hakkında birkaç söz:

“Ulusal Kongre”, Kürdistan’da demokrasi ve faklılıkların ortak zeminlerde buluşma sorunları, çok daha farklı boyutlarda tartışılması gereken konulardır. Şimdilik ayrıntıya girmek yerine güncel şu noktaların altı çizilebilir.

Belli ki, TC’nin Güney Kürdistan’a, gerilla alanlarına yaptığı saldırılar karşısında Güney Kürdistan Yönetimi, özel olarak KDP ve M. Barzani, etkili, kayda değer bir tepki koymamıştır. Hatta zımni bir onaydan bile söz edilebilir. Sadece “üzüntü belirten” politik anlamı zayıf bir tepki ile yetinmek, bu durumu değiştirmiyor.

Bunun yanı sıra Güney Kürdistan Parlamentosunun gösterdiği tepki anlamlıdır!

Bu konunun geniş tartışmasına girmek, bu yazının konusu değildir. Bu sorunlu duruşa rağmen KDP ile ilişki ve sorunları, daha soğukkanlı, politik ve uzun vadeli ilkeler bağlamında ele almakta yarar var. Dar yaklaşımların, “Grupsal” reflekslerin “dün” belki anlaşılabilir bir yanı vardı; ama bugün “Bölgesel bir aktör” olma yolundaki bir hareketin refleksi olamaz! Eleştirel ve politik bir yaklaşımla ortak cephe, Ulusal Kongre hedeflerinin gerçekleşmesine zorlamak daha sonuç alıcı olur. Aynı zamanda bu konudaki TC’nin çabaları daha rahat etkisizleştirilebilir!

Kürdistan’da demokrasi ve en geniş cephesel yaklaşım, dönemin kaçınılmaz bir ihtiyacıdır!

Sonuç yerine:

Bu topyekûn imha saldırılarına karşı, yukarda kaba çizgilerle altı çizilen öneriler çerçevede, topyekûn bir direniş geliştirmek, bu direnişin içinde, yanında yer almak, sadece var olan mevzileri ve kazanımları korumak için değil, var olmak ve özgürleşmek için de bu kaçınılmaz bir görev ve duruştur! Farklı eğilim, düşünce ve politik çizgilerin varlığı, bu temel görevleri ötelemez! Tersine gerekli kılar!

Kürdistan halkının ve dostlarının kazanacağından, Türkiye demokrasi ve devrimci hareketinin kazanacağından kimsenin kuşkusu olmasın!

21. Yüzyıl Özgür Kürt ve Kürdistan yüzyılı olacaktır!

                                                                                                                           26 Temmuz 2015

                                                                                                                                         M. Can Yüce

News Reporter

Bir yanıt yazın