mazlum_doganSömürgeci Türk Devleti Kürdistan’da bugün tam anlamıyla bir soykırım hareketi uyguluyor; buna karşı ise gerçekten Çağdaş Kawaların öğrencileri, izleyicileri, günümüzün Mazlumları, Mehmet Tunçları tarihimizin en görkemli direnişlerini sergiliyorlar.

Bu büyük direnişlerdeki fedakârlık, cesaret, sömürgeci ordulara kafa tutma gücünün tarihsel derinliğini ve sürekli kendini yeniden üreterek büyüyen devrimci dinamizmini kavramak çok önemlidir. Bunun için Mazlum Doğan’ın 1982 Newroz direnişinin özünü kısaca da olsa hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekir. Bu, aynı zamanda Mazlum Doğan’ı saygıyla anmanın da bir gereğidir!

Newroz, direniş, yeniden diriliş, devrimci Kawaların direniş çağrılarında tutuşan bir isyan ve mücadele günüdür.

Newroz, yüz yıllardır bu anlayışla kutlandı, bugün de her şeye rağmen, vahşet boyutlarındaki uygulamalara rağmen bu direnişçi duygularla kutlanıyor. Halkımız, yine alanlarda, yine Newroz halaylarında, yine direniş ateşleri üzerinde atlayarak bağımsız ve özgür ufukları, yeni yaşam umutlarını selamlıyor!

Hem de büyük acılarını yüreklerine bastırarak, büyük acılarını bile yaşama fırsatını bulamadan bunu yapıyor. Newroz'una, tam da büyük direnişçilere ve direnişçilerinin adına yaraşır bir biçimde sahip çıkıyor!

Newroz, bir direniş günüdür, ideolojik, politik ve ruhsal kapsamı derin, kendisini sürekli büyüten ve yeniden üreten bir mücadele günüdür! En başta sömürgeci sistemle hesaplaşma günü, ulusal kimliğine inat ve kararlılıkla sahip çıkma günüdür!

Ateş, dağların yükseltilerinde, tepelerinde yakılan ateş, sadece bir direniş ve zorbalığa başkaldırı işareti mi?

Direniş ve zafere yürüyen büyük mücadelenin tüm toplum tarafından benimsenmesi, topyekûn bir ulusal seferberliğin gerçekleştirilmesi gerekir. Kawa efsanesinde olduğu gibi, dağ başlarında yakılan ateş, bir mücadele çağrısı, bir iletişim ve örgütlenme aracı, bir araya toplanma ve zulmün kaleleri üzerine yürüme silahıdır!

Bu noktada Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın Newroz eylemine sözü getirmek istiyoruz.

 Halkların, sınıfların, parti ve örgütlerle bireylerin tarihlerinde yenilgiler vardır.

Yenilgi ve başarı paradoksal bir bütünü ifade ederler.

1981 yılında 12 Eylül faşizminin Diyarbakır zindanlarında geliştirdiği teslimiyet, ihanet ve vahşet politikalarına karşı PKK tutsakları, 7-8 ay süren dişe diş bir direniş geliştirdiler. Kısa bir süre içinde mevcut olarak 100 dolaylarında bir sayıya inmelerine rağmen direnişte tereddüt etmediler. Sadece fiili ve diğer eylem biçimleriyle direnmediler, aynı zamanda bunun ideolojik-politik ve teorik olarak haklılığını, gerekliliğini, kaçınılmazlığını savundular, düşünsel ve ruhsal dünyalarını bununla donattılar. O dönemde Diyarbakır zindanında yatan diğer Kürt grupları gibi 12 Eylül vahşetine “direnemeyiz, direnirsek hepimizi duvar diplerinde götürürler” (Bugün dillendirilen “Barikat” teorileri aynı mantığın güncel versiyonudur) gibi teslimiyet teorilerini yapmadılar. Direnmenin salt bir onur, kimlik ve kişilik sorunu olarak değil, aynı zamanda bağımsızlık ve özgürlük bilinci, umudu olduğunu ve mücadeleleri açısından tarihsel ve yaşamsal önemini kavradılar.

Newroz1Dayatılan politikanın özünü ve direnişin yaşamsal önemini kavramış ve iliklerinde hissetmişlerdi. Bu, çok önemliydi, daha sonraki görkemli direnişlerin düşünsel ve ruhsal temel gıdasıydı. Bu, “Direnmek yaşamaktır” sözünde ete kemiğe bürünmüştü.

Büyük bir direniş yürütüldü, ancak Mayıs 1981’ın sonlarına doğru yenilgiye uğradı. Direniş yenilgiye uğradı, ama yenilginin teorisi yapılmadı, her fırsatta ve her yerde yenilginin olumsuzluğu, yarattığı ve yaratacağı sonuçlar ifade edildi, direnişin önemi ve kaçınılmazlığı vurgulandı. Aslında direniş tümden bitmemişti, zindanlarda yenilgi vardı, dayatılan kurallara uyuluyordu, ama bu uymanın sınırları, direnç noktaları bilinçte belirlenmiş ve fiili olarak uygulanıyordu. Mahkemelerde ise PKK, Kürdistan, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi en etkin biçimde ve en üst düzeyde savunuluyordu.

Öyle de olsa bu, bir avuntu, savsaklama ve içinde yaşanılan durumu meşrulaştırmada bir gerekçe-bahane yapılmıyordu.

Direnişi her zemin, her alan ve düzeyde egemen kılmanın gerekliliği savunuluyor, direnişi bütünlüklü yaşama zorunluluğu vurgulanıyor, bunun pratik çabası sergileniyordu.


Dayatılan ağır koşullar, vahşet düzeyindeki işkence, her anı işkenceye dönüştürülen günlük yaşamın kendisi bahane gösterilerek içinde bulunulan durum kabul edilebilir görülseydi, daha sonraki görkemli direnişlerin hiçbiri olmayacak ve zindan duvarları, sadece zulüm duvarları değil, utanç duvarları olacak, onuru ve kişiliği un ufak edilmiş, umudu yok edilmiş bir kuşak ortaya çıkacaktı.

O tarihi koşullarda ölümüne direniş değil, “aman dileyen”, yalvaran kadrolar olsaydı, etkileri dağa, serhıldanlara uzanacak büyük direnişler gelişebilir miydi?

Mazlum Doğan, son derece onurlu, başı dik, ilkelerine sonuna kadar, ölümüne bağlı bir devrimciydi. Her zaman direnişlerin önünde oldu, en son eylemiyle zindan tarihinde bir dönüm noktası oldu, mücadelemizde Devrimci Kawa adıyla direniş simgesi haline geldi.

1981 yenilgisinden sonra Mazlum’u sevinçli gören, gülerken gören tek bir tanık yoktur. Bu, boşuna değildir. Bu, yenilgi ve teslimiyeti içine sindirmeme, hiçbir biçimde kabul etmeme duruşudur. Bu duruş, onu büyük direnişe götürdü. Teslimiyetin ihanete götürdüğü, bu ihanetin salt ihanet kavramıyla açıklanamayacağını biliyordu ve günlük yaşamın acımasız pratiği bunu her an doğruluyordu. Bu bilincin başka bir boyutu daha vardı:

Mutlaka kazanmak, bir daha yenilgi yüzü görmemek kesin kararındaydı. Mutlak başarı, başarıyı hiçbir risk altına sokmama anlayışı, onun eylem biçimine de yansıdı…

O koşullarda kesin sonuç, mesajın tereddütsüz verilmesi başka türlü olanaklı değildi.

Bu düşünsel ve ruhsal duruş onu Çağdaş Kawa haline getirdi. Bugün Kürdistan’da binlerce Mazlum adını taşıyan genç, çocuk varsa, onun adı bütün güncelliğiyle bilinçlerde ve günlük eylemdeki canlılığını koruyorsa bu, boşuna değildir!

kobane_newroz2016Mazlum’un direnişi, Dörtlerin Eylemi, 14 Temmuz Ölüm Orucu Eylemi ve daha sonra Eylül ve Ocak Direnişleri için bir esin kaynağı, öncü ve ateşleyici gücü oldu.

Ve Zindan Direnişi, 15 Ağustos Atlımı ve daha sonra büyüyecek kitle direnişleri için ateşleyici bir güç oldu…

Bugün bu gerçeği sömürgeci çevreler de eksik bir noktadan da olsa teslim etmek durumunda kaldılar. Onlar, Diyarbakır’da yaşatılan işkence vahşetinin daha sonra gelişen gerilla ve serhildanların en önemli teşvik edici, tetikleyici gücü olduğunu söylerler. Ama bu eksik ve eksik olduğu için yanlış olan bir değerlendirmedir…

Eğer Diyarbakır Zindanlarında andığımız devrimci direnişler olmasaydı, işkence ve vahşetin kendisi tek başına direnişi tetikleyicisi bir rol oynayabilir miydi?

Hayır, işkence ve vahşetin kendisi tek başına, bir direniş ve öncü karşı koyuş olmadan ateşleyici bir güç olamaz! Tersine korku ve teslimiyetin esas dinamiği işlevini görür! Zaten zindanda dayatılan vahşetin amacı, korkmuş, sinmiş, utanç içinde bırakılmış, dayatılan her şeye itirazsız boyun eğen bir toplum yaratmaktı. Direniş, bu politikalarını boşa çıkardı, direniş, kendisini büyüttü, çoğalttı ve toplumsal temele oturttu…

İşte, Kürdistan Direniş çizgisi ve gerçekliğinin özü budur!

Bugün sömürgeci TC, Kürdistan’ı yeniden fethetme seferini başlatmış, tankı, topu, “Mehter marşı” ve bayraklarıyla…

mehmet_tuncFakat karşısında artik 1915’lerin 1930’ların Kürdistan’ı yok. Karşısında çağdaş Kawalar, Mazlumlar, Mehmet Tunçlar ve sayısız direnişçiler var, karşısında direnişçi, neden direndiğini bilen bir halk var…

Kazanamayacaklarını biliyorlar, ama inkâr, imha ve soykırımı, Tek Ulus, Tek Devlet, Tek Dil, Tek Din çizgisini bir varlık sorunu olarak gördükleri ve bunu bir var oluş gerekçesi yaptıkları için “esneme” şansları yok; “Kırılmaya” doğru yol alıyorlar; “Kırılmaya” mahkûmdurlar…

Artık Kürdistan’ın her günü Newroz, her gün mücadele, direniş ve zafere yürüyüş günü!

Newroz, aynı zamanda bir destan!

Bu destan Kobanê’de, Rojava’nın her alanında, Sur’da Cizre’de, Botan’ın her kent ve köyünde yeni duraklara ulaştı, yeni doruklar yaratıyor!

Bu destanları yazanlara bin selam olsun!

Cejna Newroz Pîroz bê!

                                                                      21 Mart 2016

                                                                        M. Can Yüce

                                                              can@mehmetcanyuece.com

                                                          www.mehmetcanyuece.com

News Reporter

Bir yanıt yazın