cizre_direnisi2_2Bir haber Apoletli ve yarı-Apoletli medyada hemen hemen şöyle verildi: “Teyze çocukları olan bir şehit ve teröristin cenazeleri aynı gün ve birlikte toprağa verildi; babaları birlikte taziyeleri kabul etti”. Bu haberin üstünde acılı anne ve babaların, akrabaların fotoğrafları vardı.

Hangi halktan, hangi dinden, hangi inançtan, hangi ideolojik-politik görüşten olursanız olun, ellerinizi vicdanınıza koyun ve bu haber ve fotoğraflar üzerinde bir dakika düşünün; vicdanınız bu birini yücelten, birini aşağılayan dili, üslubu kabul eder mi?

Bu dilin kendisi, en büyük “ayrımcılık” ve saygısızlık değil mi? Bu dil, birlikte kardeşçe, ama tam hak eşitliği temelinde yaşama isteminde ve kararında olanların dili olabilir mi? Halkların değerleri üzerinde yapılan bu saygısızca hiyerarşi, devletin Kürt halkını ve onun her türlü haklı ve meşru mücadelesini kanla bastırmayı esas alan politikasının en kaba bir ifadesi değilse nedir? Resmi dil ve aşağılayıcı dil, yok sayan üslup, Kürtleri eskisi gibi yok sayarak, aşağılayarak, onurlarıyla oynayarak egemenlik altında tutma sisteminin devamına onay vermek değilse nedir? Bu dil ve yaklaşımla Kürtlere tek bir söz söyle hakkınız kalabilir mi?

24 Temmuzdan bu yana onlarca “Şehit”ten söz ediliyor, peki, resmi rakamlarla binleri aşan gerilla ölümleri hakkında bir sözünüz yok mu? Bu kadar abartılı rakamların doğruluğunu sorgulamak bir yana, bir an doğru olduğu var sayılsın! Bu korkunç tablo karşısında dehşete düşmeniz gerekmiyor mu? Bu dehşet tablosunun ortaya çıkardığı düşünsel, ruhsal ve duygusal yarılmayı giderecek, tamir edecek bir sihirli formül, çözüm var mı? Binlerce gencin üzerlerine atılan bombalarla korkunç katli vicdanınızda hiç mi bir sızı, acı yaratmıyor? Peki, bu durumda gerçekten hangi insan yanınızdan söz edebilirsiniz?

Genelkurmay açıklama yapıyor: “Bu kadar sorti yaptık, bu kadar bomba attık, bu kadar terörist etkisiz hale getirdik.” Apoletli ve yarı-Apoletli medya, bu haberleri utanmaz bir şehvetle tekrarlamaktadır! Bu açıklamaları alt alta topladığınızda ortaya binlerce katledilmiş insan ortaya çıkar! Kendi kayıplarının hayat hikâyelerini günlerce ve bütün televizyon ve gazetelerde, internet medyasında verenler için “Öbür” tarafın “Ölüleri”, sadece etkisizleştirilmiş, insan anlamı yok edilerek insan vicdanlarından kaçırılmış, onların da birer öykülerinin olduğu görmezden gelinmiş, moda deyimle “Yok hükmünde” sayılmıştır!

Dirilerimizi yok sayanların ölülerimizi yok hükmünde saymalarını anlıyoruz; bu, inkârcı, imhacı TC sömürgeciliğinin her güncel olaydaki resmi, ayı zamanda insanlık dışı ve birebir dışavurumudur! Yine her şeyi kendilerine hak gören, yani inkâr eden, yok sayan, katleden, egemenlik altında tutan, bütün buları, kendileri için mutlak, tartışmasız ve devredilemez hak olarak gören inkârcı sömürgeci zihniyet, bunun doğal bir sonucu olarak kendi karşısında en sıradan bir var oluşsal sözü, direnişi, itirazı bastırmayı da hak görür! Gerçekte var olmayanların hakları, hak mücadeleleri, var oluşsal direnişleri de olmaz, olamaz! İşte böyle bir yıkıcı, insanlık dışı, soykırımcı anlayış, politika ve sistemle karşı karşıyayız!

Ama burada sözümüz, elbette sömürgeci sisteme ve temsilcilerine değil, Kürt halkıyla birlikte yaşama isteminde olanlaradır. Onlar bir karar vermek durumundadırlar. Her gün bizi öldürerek, ölülerimizi bile yok sayarak, “insan yerine” koymayarak, en sıradan bir saygıyı esirgeyerek, dahası cesetlerimizi parçalayarak sokakların içine atarak onurumuzla oynayarak, böylece insanlıktan çıkarak; sonra ortaya çıkıp “kardeşlik” ve “ortak yaşam” edebiyatı yaparak gerçekten samimi, tutarlı ve inandırıcı olabilir misiniz?

Gerçekten bütün önyargılarınızdan sıyrılarak elinizi vicdanınıza koyun: Güven vermesi gereken kim, öncelikle ağzından çıkan sözde samimiyet testinden geçmesi gereken kim? Binlerce yıldır kendi toprakları üzerinde yaşam savaşı vererek bugüne gelen, 21. Yüzyılda her gün ölen, öldürülen, katliamlara, soykırımlara, bir gecede “Kristal Gecelere” konu olan biz, ölüleri bile saygı görmeyen, cenazeleri günlerce güneşin altında tutulmaya, en zalim acılara mahkûm edilen biz, ama bütün bunlara rağmen “güven” vermesi gereken, kendini kanıtlanması gereken yine biz! Öyle mi?

asker_gerilla_ailesiHadi bir adım daha atalım. Eğer gerçekten “birlikte yaşamaktan”, “birlikten” dem vuran bir yaklaşımınız varsa, en yumuşak ifadeyle bu “hiyerarşik dili” nasıl açıklayabilirsiniz, samimiyetinizi ve tutarlılığınızı nasıl kanıtlayabilir ve inandırıcı olabilirsiniz?

Sonuçta yaşamını yitirmiş iki genç, ana ve babaları için tanımsız acı nedeni ve hiçbir “hiyerarşik” tanımı ve sınıflandırmayı kabul etmeyen “kutsallık” düzeyinde değerlerdir! O anne ve babaya, hem de gerçekte birbirinin kardeşi olan o anne babalara hiç mi saygınız yok? Siz hangi hakla bu “ayrımcı”, “bölücü”, vicdani olmayan resmi ideoloji ve propaganda dilini kullanabiliyor ve bunda hiçbir utanma duygusunu yaşamıyorsunuz?

Kaldı ki olayın felsefik – politik, ideolojik, tarihsel ve toplumsal arka planı deşildiğinde kimin “Şehit”, kimin “şehit” olmadığı” tartışılır. Buna derinlemesine girmeyeceğiz, ama hangi gerekçeyle olursa olsun bir savaşta yaşamını yitirenlere saygı duymak, acılı yakınlarının acılarına, yaslarına saygı duymak vicdani, ahlaki, insani bir sorumluluktur. Özellikle her gün “Birlik ve beraberlik” kavramlarını bir “Amentü” gibi tekrarlayanlar, buna, bir de tutarlılık ve sahicilik gereği de dikkat etmek zorundadırlar.

Geçmeden vurgulamak gerekir: “Şehitlik” dinsel bir kavram olmakla birlikte, anlamı günümüzde faklılaştırılmış, Türkiye’de toplumu haksız bir politikaya ve özel savaşa meşruiyet ve “kutsiyet” kazandırmak için kullanılagelmiştir! Kürtlerin bütün bir varlığını yok sayan, inkârı ve imhayı bir sömürge sistemi olarak kurumlaştıran, bu sisteme karşı her türlü itirazı ve direnişi “Terörizm” (eskiden “Eşkıyalık, Şakilik) olarak damgalayıp yok etmeyi bir devlet politikası haline getiren, bunu katliamlar ve zaman zaman soykırım düzeylerinde yürüten TC, ülkemizde bir işgalci konumdadır ve yürüttüğü savaş, haksız ve gayrı-meşru bir savaştır, açık kirli bir özel savaştır; haksız ve gayrı-meşru bir savaşın “Şehidi” olmaz, olamaz!

Buna karşı Kürt halkının her türlü hak talebi, özgürlük, eşitlik, adalet, kendi kaderini tayın hakkı ve istemi, bağımsızlık talebi ve mücadelesi tartışmasız haklı ve meşru bir mücadeledir. Bu mücadele içinde yapılan hatalar, eksiklikler, hatta işlenen suçlar, bu halklığı göreli olarak gölgeleyebilir, ama onun tarihsel ve insani haklılığını ortadan kaldıramaz. Bu çok açık, öyle ki uluslararası belgelerde de somut ifadesini bulmuştur! Bu anlamda haklı bir mücadelenin, özgürlüğü için, onuru ve namusu için mücadele ederken yaşamını yitirenler “geleneksel terminolojiye” göre “Şehit” olarak tanımlanır. Özgürlük ve onur mücadelesinde yaşamını yitirenler, benim için unutulmaması gereken değerlerin, hatta her türlü değerlendirmenin üstündedir. Buna rağmen “dinsel” çağrışımlar yaptığı için “Şehitlik” kavramının kullanılmaması taraftarıyım, kullanılması durumunda ise anılan kayıtla buna saygı da duyarım.

Esas konumuza dönüp devam edelim: Türkiye halkı, geçekten artık kararını vermek zorundadır, aslında şu anda kritik bir eşikte bulunuyor.

Kürt halkı istemini ortaya koymuş ve kararını esas olarak vermiştir: Tam hak eşitliği, özgürlük, demokrasi ve bunların temelinde olduğu yepyeni bir “Toplumsal Sözleşme”ye dayanan “Birlikte yaşama!”

Kuşkusuz bu yeni sözleşme, Kürt halkının ve diğer bütün “Ötekilerin” tam hak eşitliğini, kendi yaşamı, geleceği ve kaderi üzerinde söz söyleme ve karar verme hakkını, yani özgür iradesini ifade etmek, güvence altına almak, buna göre “iktidar” ve gücü “merkezden” yerele, çeperlere, “ötekilere” dağıtan yeni bir yapılanmayı hedeflemek durumundadır. Eğer çok hızlı ve radikal alt üst oluşlar olmazsa, bu anılan hedefler, belli bir süreci öngörmek durumundadır. Ayrıntıya girmiyoruz, şunu vurgulamak istiyoruz: Artik Kürtleri eskisi gibi sömürge yönetimi altında, yok sayarak, aşağılayarak yönetmek mümkün değildir! Ya demokratik yöntemlerle yeni bir “Demokratik Birlik Sözleşmesi” veya çok sert ve kanlı bir süreçle tümden bir kopuş!

İçinde birçok eksiklik taşısa da HDP programında ve örgütlenme modelinin kendisinde, bileşiminde, samimi pratik uygulamalarında yeni temellerde ortak yaşama istemi ve kararlılığı var.

Bu, önemli bir fırsattır ve belki de son şanstır.

Bunu değerlendirmek yerine, psikolojik savaşın havasına kapılanlar, hiç de hiçbir hakları olmamasına rağmen HDP’yi “samimiyet testine” oturtmaya çalışıyorlar. Böyle davrananlar, ağızlarına sakız ettikleri “bölücülüğün” en arsız ve utanmaz savunucularıdır!

Evet, onlar “birlik” istiyor, ama bunlar, Kürtleri, varlıklarını ve temel haklarını yok sayan, bu doğrultudaki hak arayışları ve mücadelelerini bastırarak, aslında, halkımızın vicdanında, bilincinde ve günlük yaşamında hükmünü yitirmiş eski sömürge birliğini sürdürmek isteyenlerdir.

Peki, bunun mümkün olmadığının görülmesi ve kavranması için daha kaç kanlı yılın geçmesi gerekir?

cizre_direnisi2_1Son bir iki haftanın olaylarını ve gelişmelerini gözlerinizin önüne bir kez daha getirin, düşünün ve kararınızı ona göre verin:

Bir iki gece içinde AKP’nin öncülüğünde 400’ün üzerinde HDP’nin, içinde Genel Merkez binası dahil binaları ateşe verildi, bu, bir bakıma “Türkiye”nin, T. Erdoğan’ın “Kristal Gecesi” niteliğindeydi. Yüzlerce Kürt işyeri yakılıp yıkıldı, birçok yerde çok sayıda Kürt aile onlarca yıl önce gelip yerleştiği yerleri terke, göçe zorlandı ve daha sayısız utanç verici olaya imza atıldı. Kürdistan’da il ve ilçelerde sokağa çıkma yasakları ile yüz binler katliamla, açlıkla, susuzlukla, işkence ve tanımsız manevi işkencelerle teslim alınmak istendi, bu politika bugün, bu saatlerde tüm şiddetiyle devam ediyor…

Bu politikanın Erdoğan diktasını kurumlaştırma ve süreklileştirme isteminin TC’nin geleneksel Tedip ve Tenkil, güncel ifadesiyle özel imha savaşı üzerine oturduğunu vurgulamak ve bunun sonuçta Türkiye halkını da büyük bir felaketin eşiğine getirdiğini vurgulamak ve hatırlatmak durumundayız. Bu olgunun ayrıntılarına geçilebilir, ama bu hem başka değerlendirmelerde yapıldığı ve hem de bu yazının ana konusu olmadığı için geçiyoruz.

Türkiye halkı, geçekten artık kararını vermek zorundadır ve elbette bunun arka tarihsel planı var, güncel temelleri var; bunların gereğinin yerine getirilmesi gerekir. Kısaca özetlemek gerekirse;

1. Öncelikle Türkiye halkı kendi tarihiyle doğru ve radikal bir biçimde yüzleşmek durumundadır; yüzleşmek, onu aşmak ve bir kez daha tekrarlamak, sağlıklı bir vicdan muhasebesi yapmak demektir. Bu, aynı zamanda düşünsel ve ruhsal “sağaltım” anlamına da gelecektir! Bu bağlamda;

– 1915 Ermeni Soykırımı ile 1919 – 1940 yılları arasındaki Kürdistan’daki katliamlar ile 6-7 Eylül 1955 Olayları ile Maraş, Çorum gibi katliamlarla, 12 Mart, 12 Eylül, 1991-1997 yıllarındaki faili meçhul cinayetler, Susurluk olarak somutlaşan dönemi ve sonrası ile…

2. Devlet ulus, tek ulus çizgisi, resmi ideoloji, buna dayanan eğitim, kültür ve davranış biçimlerini sorgulamak, aşmak için etkin ve çok yönlü bir çaba içinde olmak…

3. Kürtlerin, bütün “ötekilerin” mutlak ve tartışmasız haklarını, özgürlüklerini, kendi gelecekleri, yaşamları ve kaderleri üzerinde söz ve karar haklarını, ancaksız, “fakatsız” tanımak… Burada eşitlik, tam hak eşitliği, istisnasız kendisinin sahip olduğu haklarının bire bir aynısını “ötekilere” tanıma, düşünsel bilincine varma ve ruhsal olarak özümseme anlamına gelir. Tam hak eşitliği, “Ötekinin” haklarını tanımlama değil, haklarını olduğu gibi tanıma, bir daha heceleyerek TA-NI-MA demektir. Örneğin, Kıbrıs Türkleri için “bağımsızlık” hakkı isteyen ve bunun için bölgesel savaşı dahi göze alanlar, 40 milyonluk Kürtlerin bağımsızlık, özgürlük ve kendi kaderini belirleme hakkını üstenci, kibirli bir üslupla inkâr ve reddetmeye kalkışırsa, kendileri savaşın nedeni olurlar ve bu durumda başkalarına tek bir söz söyleme hakları da olmaz!

Tam hak eşitliği bilinci ve pratiği yeni bir “Birlik Sözleşmesinin” de temelidir, aynı zamanda buna gidecek yolun da anahtarıdır!

“Çözüm süreci” neden çöktü? Yanıt olarak birçok etken sayılabilir, ama en temel neden anılan anahtarla, her düzeyde ve zeminde, tarafların ilişkilerinin temelinde “Tam hak Eşitliğinin” olmamasıdır. Çözüm ve çözüm tartışmaları, öncelikle tarafların kendilerini ve birbirlerini tartışmasız tam eşit gördükleri, bunu özümsedikleri ve pratikte uyguladıkları zaman samimi ve sahici, sonuç alıcı olabilir! Tersi durumlarda adı ne konulursa konulsun bu süreçlerin yol alma şansı olmaz, olamaz! Hatırlayın, bir yasa çıkardılar, o yasada, bırakalım hak eşitliğinin kırıntısı, Kürt sorununun adını bile yazmaktan kaçınmışlardı.

Kısacası gerçekten birlikten yana iseniz, öncelikle “empati” yapmak, artık Kürtleri eskisi gibi yönetme veya yeni bir biçimde yönetme sevdasından vazgeçmeniz, onların ve tüm “ötekilerin” bütün haklarını, bu bağlamda direnme haklarını da tanıyın! Kürtler ve tüm ötekiler, artik yaşamları, gelecekleri ve kaderleri üzerinde söz ve karar sahibi olmak istiyor, bunun mücadelesini veriyor…

Öncelikle buna saygı ve destek, yeni temellerde birlikte yaşamın kendisine de saygı ve destek anlamına gelir…

Lütfen samimiyet, tutarlılık ve vicdan!

                                                                                                                      13 Eylül 2015

                                                                                                                                    M. Can Yüce

                                                                                                 E-Mail: can@mehmetcanyuece.com

                                                                                       Web: www.mehmetcanyuece.com

 

News Reporter

Bir yanıt yazın