KCK Yönetimine Açık Mektup!

 

silopi-den-cizreDeğerli Arkadaşlar,

Bu kirli özel savaş oyununu bozmak için mutlaka politik bir hamleye ihtiyaç var.

Bu politik hamle, mevcut direnişi güçlendirecek, ileriye taşıyacak, kentlerimizde acımasızca yürütülen katliam hareketlerinin önüne set çekebilecek ve Erdoğan diktatörlüğünü ve onun kirli planlarını boşa çıkaracak nitelikte olmalıdır…

Erdoğan, dört bir yandan saldırıyor, halkımıza katliamlar dayatıyor ve özellikle Botan’da, Amed, Farqin, Varto, Dersim ve daha birçok il ve ilçemizde katliam hareketleri gerçekleştiriyor; bu, tam anlamıyla bir yıldırma, kitlesel tehcire zorlama ve teslim alma hareketidir.

1990’larda binlerce köy boşalttılar, şimdi aynı stratejiyi şehirler üzerinden denemeye çalışıyorlar. Orta ve uzun vadede bu hedeflerini gözetirlerken, yakın gelecekte ise, bir yandan, 7 Haziranın rövanşını almak, yani HDP’yi 1 Kasım seçimlerinde baraj altında bıraktırmak, diğer yandan “Savaş”, “Olağanüstü Hal” bahanesi ile 1 Kasım seçimlerini erteletmek ya da iptal ettirmek istemektedirler…

Fakat işleri 1990’lardaki kadar kolay değildir, tersine bir bakıma Erdoğan son şans veya şanslarını oynamaktadır. 1990’larda Çiller hükümetinin egemenler katında bir “meşruiyet” sorunu ve tartışması yoktu, geniş bir “Milli Mutabakata” dayanıyordu.

Erdoğan iktidarı ise her açıdan bir suçlular çetesi, kendini iktidara mahkûm gören, iktidardan düştüklerinde kendilerini yargı karşısında görecek gerçek anlamda gırtlağına suç batağına batmış, A. Altan’ın deyimi ile bir “Gangsterler” çetesidir.

Şu anda Kürt ve Kürdistan düşmanlığı konusunda ordu ve MHP ile belli bir ittifak içinde olsalar da, egemenlerin bu anlamda bir desteğini almış olsa da bu, çelişkili, kendi içinde büyük çatlaklar taşıyan ve dağılmaya mahkûm bir yapıya sahiptir.

Her şeyden önce Erdoğan diktası, “yasal” ve “anayasal” meşruiyetini kaybetmiştir.

12 Eylül askeri darbesinin cuntacı generalleri, yayınladıkları ilk bildirilerinde iktidarı uygun bir süre içinde seçimle gelmiş bir hükümete devredeceklerini açıklama ihtiyacını duymuş ve bunu gelebilecek tepkilere karşı bir paratoner aracı olarak kullanmışlardır.

Ama çok açık görülüyor ki, Erdoğan, ne pahasına olursa olsun, “ister kabul edilsin, ister edilmesin” iktidarı bırakmak, devretmek istemiyor; fiili darbede ısrar ediyor, dolayısıyla gayrı meşrulukta ayak diretiyor!

Erdoğan, 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımadığı gibi, kendi iktidarını sürdürmek için kanlı bir kirli savaş oyununu sahneye koydu, her türlü muhalefet odağını susturmak ve teslim almak için her türlü yasadışı yola başvurmada bir beis görmedi, görmemektedir.

İlk adımda 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımama ile Kürdistan’a savaşı aynı planın bir gereği olarak devreye soktu, bunun devamı olarak “Tekrar seçim” kararını aldı. Ama 1 Kasım seçimlerinde istediği sonucu alamayacağını yapılan bütün anket sonuçları açıkça gösteriyor. Dolayısıyla bu seçimleri yaptırmama olasılığı çok yüksektir.

Devreye koyduğu kirli savaş planı ters tepti, savaşta ölen asker ve polis yakınları tepkilerini açıkça ortaya koymakta, sorumluluğu Erdoğan’a yüklemektedir. Öyle olduğu içindir ki, bu tepkiyi ortaya koyanlar sosyal medyada linç edilmekte, dahası tutuklanıp hapse atılmaktadır…

Daha da önemlisi, Erdoğan, darbesini açıkça ilan etmekte çekinmemiş ve yapılacak seçimlerin veya atılacak adımların hedefini de net bir biçimde ortaya koymuştur. Rize’de yaptığı konuşma bu anlamda çok önemlidir. Erdoğan şöyle diyordu:

"İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir." (Hürriyet Gazetesi, 15.08.2015)

 Bu “Fiili durum” açıkça ilan edilmiş bir darbedir ve herkesin buna boyun eğmesini, kabul etmesini ve “Anayasal çerçeveye” oturtulmasını ve kesinleştirilmesini dayatmaktadır. Kabul edilse de edilmese de bunun böyle olduğunu büyük bir pervasızlıkla ilan etmektedir.

Aslında Erdoğan, devletin bütün iktidar erklerini ve gücünü elinde toplamış, fiili tek kişiye dayalı bir dikta rejimi kurmuştur. Bu fiili durum hemen hemen her çevre ve kesim tarafından görülmekte, ama toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilmemektedir.

Peki, faşist diktasını anayasal bir çerçeveye oturmak için hangi yol veya yolları deniyor? Kürdistan’a savaş, izlenen yollardan biri ve en kanlı olanıdır; bu bir yönüyle geri tepti. Ama bu savaş kararı ve pratiği, kendisi için henüz işlevini tamamlamış değildir.

Ordu ile ittifak, geleneksel TC reflekslerini, ırkçı-şoven duyguları harekete geçirme, bu temelde “Milli Mutabakatı” canlı tutma, İncirlik tavizi ile ABD’yi “dengeleme”, son savaş tezkeresi ile Rojava ve Güneye savaş kartını elinde tutma çabaları, kendisine belli ölçülerde soluklanma olanaklarını sunuyor. Yani kendi iktidar hedeflerini “Milli çıkarlar”, “Milli Güvenlik” ile perdeleme çabaları Erdoğan’a hatırı sayılır bir soluklanma ve hedeflerini gerçekleştirme olanağı sunuyor. CHP’nin son savaş tezkeresine destek sunmasının bu bağlamda bir anlamı var…

cizre_direnisi1Ama bu “Mili mutabakat” ve manevra zemini kendi içinde sorunludur; Erdoğan’ın iktidar planlarıyla uyuşmayan kesim ve dengeleri barındırmaktadır. Hemen hemen egemen cephenin bütün unsurları “Mili Dava”ya evet derken, aynı durum Erdoğan diktası için geçerli değil, tersine sert çatışma potansiyelini taşımaktadır.

Bu anlamda savaşa devam ve savaş alanını genişletme politikası Erdoğan için hala en önemli iktidar aracı olarak durmaktadır. Aslında onun konumu ve politik duruşu tam anlamıyla bir savaş ve savaşla iktidarını koruma ve sürdürme konumudur.

Ne pahasına olursa olsun savaşta ısrar edecek, bunun yönü sonu belirsiz bir “iç savaşa” doğru olsa da böyle davranacaktır.

Karşımızda açık ki, tek kişiye dayalı diktasını sonuçlandırmayı hedefleyen, bunu gerçekleştirmek ve iktidarını süreklileştirmek için istisnasız her şeyi yapmayı göze alan bir suçlular çetesi, bir gangsterler topluluğu var. Bu aşamada kullandıkları en önemli araçlardan biri de savaştır, Kürdistan’da yürüttükleri savaşın kendisidir, bu savaşı başka boyutlara taşıma hesapları içinde oldukları da açıktır.

Fazla uzatmadan sözü tekrar bu yazının ilk cümlesine getirmek istiyorum:

“Bu kirli savaş oyununu bozmak, boşa çıkarmak gerekiyor; bunun için mutlaka politik bir hamleye ihtiyaç var.”

Kukusuz genel anlamda “Topyekûn imha savaşına karşı, topyekûn direniş” yaklaşımı doğru ve kaçınılmazdır!

Direniş, Kürdistan halkı için sadece tartışmasız meşru bir hak değil, sadece haklı ve meşru bir görev ve sorumluluk değil; aynı zamanda bir var oluş, yaşama ve özgürleşme nedeni ve çizgisidir!

Ama bu genel çerçeve ile yetinmek yeterli değildir, kirli oyunu boşa çıkarıcı adımlar atmak, çok önemli ve diğer bütün gelişmeler için ön açıcı olacaktır!

Aslında ihtiyaç duyulan politik hamlenin özü, belli başlı çizgileri, Murat Karayılan’ın ANF’nin 04.09.2015 tarihli sayfalarına yansıyan geniş ve aynı ölçüde kapsayıcı değerlendirmesinde var. Anılan bu derlendirmede şunlar vurgulanmaktadır:

"Başta Amerika ve Almanya olmak üzere birçok uluslararası güç, Türkiye'deki barış ve demokratik kesimler ile Kürdistan'daki birçok güç ateşkes çağrısı yapıyorlar. 2 gün önce 1 Eylül Dünya Barış Günü idi. Halkımız, Türkiye halkları birçok şehirde yürüyüş düzenledi, çağrıda bulundu. Yapılan tüm çağrıları saygıyla karşılıyor, bizim de ateşkesi istediğimizi, ateşkese karşı olmadığımızı herkesin bilmesini istiyoruz. Biz, ateşkesin tek taraflı olmayacağını söylüyoruz. Niye tek taraflı olmaz? Çünkü bize yönelik saldırılar var. Ateşkesi sona erdiren ve saldırıyı başlatan biz değiliz, AKP hükümeti ve devlettir. Örneğin; şu an Önderliğimize karşı saldırı, ağırlaştırılmış tecrit söz konusu. En son Önderliğimizin kitabı kendisine verilmedi. Şehirlerimize, gençlerimize yönelik saldırılar var. Gerilla üslerimize yönelik saldırılar mevcut. Bu kadar saldırı altında iken, biz nasıl tek taraflı ateşkes ilan edebiliriz? Bize çağrı yapan o değerli insanların, kendilerini biraz bizim yerimize koymalarını istiyoruz. Bizleri yok etmek istiyorlar. Tank, top ve uçaklarla üzerimize geliyorlar. Devlet basın yoluyla açıkça 'son fert kalıncaya dek saldırılarımız devam edecek' diyor. Buna karşı nasıl davranabiliriz? Herkesin biraz kendisini yerimize koymasını istiyoruz. Bu saygın çağrıların hayat bulması için bize çağrı yapanların, savaş, şiddet ve kan akıtmakla bizleri yok etmek isteyenlere, baskı kurması gerekiyor." (ANF, 04.09.2015)

Son derece haklı, gerçekleri özlü bir şekilde ifade eden bir değerlendirme. Bununla birlikte, belki birçoğuna ters ve anlaşılmaz gelebilir, ama eğer bu yaklaşımın özü, farklı bir biçimde formüle edilirse, bu, politik bir hamle niteliğini kazanabilir. Burada yapılması gereken, hem gelen “çağrıları” karşılayan, hem kendi direniş pozisyonunu koruyan ve bunlarla birlikte hem de Erdoğan’ın kirli savaş politikalarını boşa çıkarabilecek politik bir hamlenin sahici, gerçekleşebilir ifade edilişidir!

Kısaca bu, şöyle toparlanabilir:

Uygun bir zamanda örneğin bir hafta veya 10 gün içinde ilan edilecek tek yanlı ama koşullu ateşkes tavrı, çok önemli politik etkileri ve sonuçları olacaktır. Kuşkusuz bu, önemli bir hamle olacaktır, politik anlamı şöyle özetlenebilir:

-Belli ki Türkiye’de geniş demokrasi güçleri istenilen düzeyde harekete geçmedi, ama anılan bu hamle, onların daha etkin ve geniş düzeylerde harekete geçmelerini koşullayabilir. Erdoğan diktasını hedefine alan geniş bir demokrasi cephesinin gelişmesini tetikleyebilir. Türkiye’de geniş bir demokrasi cephesi temel bir ihtiyaçtır, böyle bir hamle buna büyük katkı sunabilir.

silopi-den-cizre2Bugün politik hedefi tek bir noktada odaklaştırmak gerekiyor. Bu odak nokta, kuşkusuz Erdoğan diktasıdır!

-Bu dönemde birçok alanda savaşta ölen asker ve polis yakınlarının tepkileri ortaya çıktı. Bu, belki de düzeyi ve niteliği bakımından bir “ilktir”! Bu tepkilerin hedefinde Erdoğan var, bu çok açık. Dolayısıyla anılan politik hamle bu tepkilerin daha da büyümesini ve politik etkilerini genişletebilir.

– Bu hamle Erdoğan’ın seçimler üzerinde oynadığı ve oynayacağı oyunları boşa çıkarmada etkili bir rol oynayabilir.

-Bununla birlikte HDP’nin politik çalışmalarına büyük katkı sunacak, çalışma alanlarını genişletecek, daha sonuç alıcı faaliyetlerine katkıda bulunacaktır…

Özetlemek gerekirse;

1. Mümkün olan en uygun bir sürede, örneğin 7-10 gün içinde “Tek yanlı, ama koşullu bir ateşkes” ilan etmek!

Bu belirlenen sürede bu ilanın yapılmasıyla birlikte koşulların yerine getirilmesini istemek ve bunun da kuşkusuz makul bir süresinin ve sınırının olduğunu hatırlatmak yararlı olacaktır.

İlan edilecek bu “Koşullu Tek yanlı Ateşkes”, mutlaka koşullu olmak zorundadır! Bu kadar topyekûn ağır saldırı, katliam hareketlerinin, siyasal gözaltı ve politik operasyonların olduğu bir dönemde, “koşulsuz tek yanlı ateşkes ilan ediyoruz” demenin pratik bir anlamı yok; gelinen noktada koşullu olmak zorundadır. Bu koşullar da ana çizgileriyle açıklanmalıdır!

Bu anılan koşullar şu başlıklar altında toplanabilir.

2. Tek yanlı ateşkesin belli başlı koşulları:

– Şehirlerde yürütülen katliam operasyonlarına derhal son verilmelidir.

– Gerillaya karşı yürütülen kara ve hava operasyonları durdurulmalıdır.

– Öcalan üzerindeki çok yönlü tecride son verilmelidir.

– HDP ve yasal zeminde yürütülen siyasal gözaltı ve tutuklama operasyonlarına son verilmeli, politik çalışmalar önündeki keyfi uygulamalar sona erdirilmelidir.

3. Anılan koşullu ateşkes sürecinde gerillanın duruşu, kuşkusuz kendi mevzilerinde ve hareket alanlarında meşru ve aktif savunma konumudur. Saldırı, baskın, pusu ve diğer saldırı hareketlerine başvurmaz, kendisine karşı yapılacak saldırılara karşı etkin savunma ile karşı koyma hakkı tartışma dışıdır. Aynı zamanda bu duruş, kendi içinde makul ve ölçülü, sınırlı misilleme hakkını da barındırır.

Şehirlerdeki direnişler “sivil yanı” ağırlık kazanarak devam etmek durumunda, bu kazanımlardan geri adım, elbette düşünülemez, “sivil itaatsizlik”, politik çalışmalar süreç içinde ağırlık kazanır, kazanmalıdır…

Toparlamak gerekirse;

Erdoğan'ın başında bulunduğu devlet, başlattığı kapsamlı saldırı ve operasyonlarla “çatışmasızlık durumuna” son vermiştir, bunu genişleterek sürdürme isteğinde olduğu görülmektedir. Buna karşı gelinen noktada yapılması gereken, politik bir hamle geliştirmektir.

Bu hamle, Erdoğan’ın politik-stratejik planlarını boşa çıkarmada, içinde sayısız çatlağı barındıran "Milli Mutabakatı" çözmede ve daraltmada, devrimci mücadelenin politik hareket alanlarını genişletmede de etkide bulunacaktır! Kuşkusuz bu duruş, gereken bütün tedbirleri içerir, “ölçülü” “misilleme hakkını” da…

Burada soğukkanlı ve geniş perspektifli bir yaklaşım esastır. Önemli olan politik hareket alanlarını genişletmek, “dostları çoğaltmak”, "düşman cephesini daralmak ve içten yarabilmek", “düşmanın planlarını boşa çıkarmaktır”!

Özellikle bu yeni durumda, belki de geçiş döneminde, mücadelenin diğer politik alanları da hesaba katıldığında bu yaklaşımın daha doğru ve sonuç alıcı olacağı kanısındayım…

Başarı dileklerimle selam ve saygılar…

 

                                                                                                                       06 Eylül 2015

                                                                                                                        M. Can Yüce

                                                                                                 E-Mail: can@mehmetcanyuece.com

                                                                                                  Web: www.mehmetcanyuece.com

 

News Reporter

Bir yanıt yazın