erdogan_bahceli3MHP’nin 7 Haziran akşamından bu yana izlediği HDP’yi yok sayan, kendi duruşunu, akıl sınırlarını zorlayarak HDP karşıtlığı üzerine kuran ve neredeyse bu düşmanca yaklaşımı “var oluş” nedeni sayan tavrı; kesinlikle basit, dar, sığ ve kimi güncel hesaplar üzerine oturan bir yaklaşım olarak değerlendirilmemelidir!

MHP, HDP'nin bütün farklı kimlikleri Meclise taşıması gerçekliğinde, inkârcı ve kimlikleri yok sayan Tek Devlet, Tek Ulus, Tek Dil, Tek Vatan, Tek Cins düzeninin ölüm işaretlerini görüyor. Saldırganlığının temel nedeni budur! Diğerleri laf û güzaftır!

Başta Kürtler olmak üzere var olan bütün kimlikler ve renkler, açık ki, resmi TC’ye, onun siyasal ve hukuksal düzenine sığmıyor; bu, nesnel bir durumdur!

Unutulmasın ki, TC, Anayasasında yirmiye yakın kez yazıldığı gibi, “Devleti, Vatanı ve Milletiyle Bölünmez bir bütündür”! Ama yılların mücadelesi ve birikimiyle bu “bütünlük”, resmi ideoloji ve resmi tekçi sitem, bugüne dek fiili olarak orasından burasından delinmiş, zihinlerde ve güncel yaşamda kevgire dönmüş, son olarak 7 Haziranda bu delinme ve aşma durumu, “En Yüce Organlarında” önemli bir yol kat etmiş, ilk kez bu düzeyde önemli bir mevzi kazanmıştır! Bu kazanım, açık ki, bilinen “parlamenter” süreçleri aşan boyutlara sahiptir; bu boyutlar, dayandığı mücadele dinamiklerinden kaynaklanıyor. Başka bir deyişle salt bir parlamenter süreç olarak ortaya çıkan bir kazanım ve durum değildir.

Peki, İttihat Terakkiden bu yana soykırım, sayısız katliam ve imha hareketleriyle kurumlaştırılan çizginin en rafine ve kontra özelliklerini kişiliğinde birleştiren Devlet Bahçeli ve MHP’nin bu büyük delinme ve yarılma karşısında tavırsız kalmasını beklemek, hoşgörülü olmasını ummak safdillik değilse nedir?

“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır. Türkiye Türklerindir” düsturunu düşünsel ve politik çizgisinin eksenine oturtmuş, bunu sokakta bir kontra pratiği olarak somutlaştırmış, ırkçı şoven ve faşist bir hareket için, HDP’ten daha büyük bir “tehlike ve tehdit” düşünülebilir mi?

Kaldı ki, anılan bu HDP ve Meclisteki kazandığı mevzi, tek başına, tekil bir şey değil; arkasında onlarca yıllık bir mücadele ile ayakları üzerinde doğrulan mücadeleci bir halk gerçekliği var; Güneyi, Rojavası ve Kuzeyi ile iç ve dış politik dengelerde hatırı sayılı bir ağırlığa ulaşan somut bir “Kürdistan” (ileride alacağı resmi hukuksal ve politik biçim ne olursa olsun bu, yine elle tutulur bir ağırlıktır) gerçekliği var; ortak mücadele perspektifine oturmaya çalışan ve bu doğrultuda belli bir mesafe alan yıllara uzanan Türkiye’nin devrimci demokratik birikimi, Gezi sürecinin etkileri var… Bu mücadele dengelerinin Mecliste kazandığı mevzi, TC ve onun resmi tekçi partileri için “ölüm çanları” anlamına geliyor, algıları böyle, genel anlamda da bu algılarında pek haksız sayılmazlar…

savas_hazirligi3Tam da bu dönemde Girê Spî (Tel Abyad) zaferinin 8 Haziran Seçimlerini izlemesi ve hemen ardından Rojava’ya ve dolayısıyla bütün Kürdistan’a karşı en bayağı savaş tamtamlarının çalınmaya başlamasıyla MHP’nin HDP üzerinden somutlaşan düşmanca tutumu üst üste oturuyor.

“Kalenin içten fethi” ve dış siperlerde sürekli mevzi yitimini yaşayan bir “egemenin ruh” halini yaşıyorlar.

Bundan dolayı topyekûn bir savaşa hazırlanıyorlar. Bu noktada Devlet Bahçeli ve MHP yalnız değildir; Erdoğan’ın bireysel hesaplarıyla resmi TC’nin çıkarları ve refleksleri örtüşüyor. Erdoğan fiilen kurduğu diktatörlüğünü hukuki bir temele oturtma planında çok geniş politik ve toplumsal desteği arkasına almak için resmi devletin Kürt düşmanlığını, yanı Tekçi inkâr ve imha çizgisini güncelliyor ve bunu uygulamaya çalışıyor. Bunu iflas eden Suriye politikasını Kürt karşıtlığı üzerinde güncelleyerek gerçekleştirmeye çalışıyor…

“Bütün milli unsurlarla” Kandilden Afrin’e kadar olan hatta “Güvenlikli” bölge kurma çağrılarıyla Devlet Bahçeli, Erdoğan’dan bir adım daha ileri gitmektedir. Bunun ayrıntıların geleceğiz. MHP’nin tutumuna devam etmemiz gerekiyor.

Şu soru soruluyor ve bununla MHP’nin tutarsızlığı vurgulanmaya çalışılıyor: “Bugüne kadar HDP ile sorunsuz yasama faaliyetleri içindeydiniz, Anayasa komisyonunda birlikte çalışıyordunuz, öyle ki birlikte 60 madde bile yazdınız; seçim sürecinde de aranızda ciddi bir sorun yoktu; peki, şimdi ne oldu?”

Son politik gelişmeler, Kobanê, Rojava, Şengal ve normal meclis seçimlerini aşan bir yarı savaş yarı açık mücadele süreci olan 7 Haziran Seçimleri ve elde edilen sonuçlar ve bunların resmi TC için politik ve psikolojik anlamı ve etkileri göz ardı edildiğinde, MHP açısından, bir ölçüde, bir “Tutarsızlıktan” söz edilebilir. Ancak TC’nin var oluş nedenlerini ve çizgilerini kendisi için bir var oluş gerekçesi gören, bunu her türlü kişisel ve parti çıkarının üzerinde gören MHP için bu gelişmelerde, kendi var oluşsal çizgilerinin ölüm işaretlerini görüyor. Dolayısıyla ortada kendisi açısından tutarsız bir durum yok!

6 milyon seçmenin ve iradesinin yok sayılması, MHP için bir şey mi?

“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır. Türkiye Türklerindir” çizgisi, sadece bir parti programı değil, süregelen bir devlet çizgisidir ve bu soykırım ve sayısız katliamla bugüne getirilmiştir ve Anayasası, yasaları ve bütün kurumlaşmalarıyla yürürlüktedir. MHP bu sözleri her fırsatta tekrarlarken milyonlarca Türk olmayan halkları, farklılıkları ve bütün renkleri tümden iradeleriyle birlikte yok saymıyor mu; dahası yok etmeyi, yani iç savaş ve soykırım pratikleriyle bunu gerçekleştirmeyi varlık nedeni olarak sürdürme kararlılığını sergilemiyor mu?

Dolayısıyla vurgulamamız gerekiyor ki, MHP’nin bu yaklaşımı, ideolojik ve stratejiktir, onu böyle bir temel tutuma götüren, kesinlikle geleneksel devlet refleksidir, ırkçı-şoven, faşist ve tek misyonu devletin kontra ve “sokak güruhu” olan temel rolünün güncel icrasından başka bir şey değildir.

MHP ile TC’nin tarihsel, ideolojik ve politik ilişkileri, bugüne dek gerçekleşen pratiği yeniden değerlendirmek ve deşifre etmek gerekir. Bu yazı bağlamında şu söylenebilir:

MHP, TC ve onun “Çelik çekirdeği” için sokaktaki kontra gücü, sokakları bir güruh, sürü ve linç mangaları olarak hareketlendirmede örgütlü ayağı olagelmiştir. Bunun karşılığında ise unsurları “yer altı dünyasının” nimetlerinden yaralandırılmıştır! Zaten örgütlenme biçimi tipik bir faşist örgütlenmedir, aynı zamanda mafyatik bir yapısı da vardır. Örneğin bir D. Bahçeli esas olarak bir mafya liderini andırmaktadır.

1970 ve 1980’lerde devrimci, yurtsever ve ilerici hareket ve kişilere karşı sokak tetikçileri, Maraş, Çorum ve daha bir dizi katliamın katliamcıları; 1990’ların Çiller ve Mehmet Ağar döneminin özel timleri, faili belli cinayetlerin “kahramanları” ve aynı dönemde Mafya rantlarının “büyük ortakları” olmuşlardır. Susurluk’ta ortaya çıkan gerçeklik ve ortaya saçılan belgeler bu durumun en somut örneği durumundadır!

Daha öncesi bir yana bu son seçim sürecinde HDP’ye yapılan ne kadar saldırı varsa hepsinde MHP’li sokak linç mangalarını ve onların harekete geçirdikleri güruhları görürüz. 6-8 Ekim sürecindeki linç hareketlerini unutmamamız gerekir. Bu sokak linç girişimlerini, resmi ve gayrı resmi polislerle birlikte açık sergilemekte de bir sakınca görmemişlerdir…

Devlet ve bu paramiliter unsurların birlikte gerçekleştirdikleri bu özel savaş ve “karşı ayaklanma” politikası çok önemlidir. İç Güvenlik yasasıyla bu Karşı Ayaklanma konsepti, bundan böyle rutin hale gelecektir. 6-8 Ekim ve 7 Haziran Seçimleri süreçleri, bunun en somut ve çarpıcı örneklerini sunmaktadır.

Bütün bu kısa özetten ortaya çıkan güncel ve kısa vadeli sonuç şudur:

erdogan_bahceli2MHP’nin esas hedefi, mümkün olan en erken seçimde HDP’yi Meclis dışında bırakmaktır!

Başka bir deyişle seçim barajına dokunmadan yapılacak bir seçimde her türlü baskı, provokasyon ve sokak linç girişimleri, Amed benzeri katliam girişimleri ile HDP’yi baraj altında bırakarak, 7 Haziran seçimleri ile kazanılan mevzileri, politik ve psikolojik üstünlüğü darbelemek, ortadan kaldırmak, hatta tersine çevirmektir! Hedef ve güncel planlarının en kaba özeti budur!

Bu noktada Erdoğan ile MHP’nin, kendini devletin gerçek sahibi sayan kesimlerin yakın gelecekteki hedefleri, asgari planları üst üste biniyor, bir bakıma özdeşleşiyor.

Açık ki, 7 Haziran Seçimlerinin en büyük mağlubu Erdoğan’dır, onun bugüne dek fiili olarak büyük ölçüde kurduğu, kurumlaştırdığı tek kişiye dayalı diktatörlüğünü hukuksal bir temele oturtma hedefi yenilgiye uğramıştır; dahası bu fiili diktatörlüğünü olduğu gibi sürdürme olanağını da yitirmiştir. Çünkü tek başına iktidar olma olanağını, Meclisteki salt çoğunluğu yitirmiştir. Olası bir koalisyon hükümeti aracılığıyla Erdoğan’ın fiili konumunu sürdürmesi bir yana, koruma şansı bile ciddi bir tehdit altına girmiş bulunuyor.

Bu nedenle 7 Haziran seçim sonuçlarının devamında, bir bakıma kendi sonunu görmektedir.

Doğrusu AKP açısından bir “çözülme” süreci de başlamıştır; bunun hızı ve sonuna kadar gidebilme durumu, biraz da “Muhalefetin” “becerisine bağlıdır!

Bu durumda Erdoğan, hedeflerini gerçekleştirme şansını sürdürmek için “Tekrar seçim” seçeneğini devreye sokmuş bulunuyor. Mümkünse bunu mevcut hükümetle gerçekleştirme olanaklarını sonuna kadar zorlama pratiğine fiilen başlamıştır…

“Tekrar Seçim” seçeneğinde başarılı olmak için Erdoğan iki temel gerekçeye yüklenecektir:

Bir: Muhalefet partilerinin beceriksizliği,  7 Haziran Seçim sonuçları ile halkın kendilerine verdiği şansı değerlendirme yeteneğine sahip olmamaları, bu partilerle Türkiye’nin temel sorunlarının çözülemeyeceğinin döne döne vurgulanması ve bu tezin sonucunu ise şöyle özetlemektedir:  “Parlamenter sistem iflas etmiştir”, Türkiye için geçerliliğini yitirmiştir. Bu nedenle “Başkanlık Sistem tek çözümleyici seçenektir, gelin bunu oylayın ve onaylayın, her şey huzur içinde çözülsün!” Koalisyon, partilerin beceriksizliği ve parlamenter sistemin kriz nedeni olarak sunulması; işte Erdoğan’ın Tekrar Seçim kampanyasının ana temaları bunlar olacaktır…

İki: Rojava şahsında gündeme sokulan savaş politikası da bu erken seçim kampanyasının en önemli unsurlarından biri olacaktır. Kürt düşmanlığı ve Rojava devrim süreciyle elde edilen tarihsel kazanımlar ve mevzilerin ortadan kaldırılması, aslında TC’nin resmi ve hemen hemen bütün bileşenlerinin ortak paydasıdır. Yöntemler, araçlar, daha bir dizi noktada aralarında “üslup” fakları olsa da Rojava üzerinde somutlaşan Kürt ve Kürdistan düşmanlığı, hepsinin ortak noktasıdır. Savaş, Kürt düşmanlığı ekseninde şaha kaldırılacak ırkçı şoven kampanyalar ile Erdoğan, en geniş politik ve toplumsal kesimlerin desteğini almayı, AKP’de olası çözülme sürecinin önünü kesmeyi ummaktadır.

Bundan dolayı bir erken seçimi kendisi için bir bakıma var oluş gerekçesi, ya da zaman kazanma ve ömrünü uzatma denemesi olarak düşünmektedir.

Bir erken seçim ile kaybedeceği fazla bir şeyin olmadığını, ama böyle bir deneme ile tattığı yenilgi kâbusunu tersine çevirebilme olasılığının olacağını düşünüyor.

Bu savaş hazırlıkları ve tamtamlarının çok temel güncel hedefleri de var, bu da geniş bir değerlendirme konusudur. Kısaca şu özet yapılabilir:

Erdoğan’ın Suriye politikası iflas etmiştir; bu, hemen hemen her kesimin ortak kanısıdır. Esad iktidarını devirmek ve İŞİD eliyle de Rojava devrimini önlemek ve boğmak!

Girê Spî (Tel Abyad)’dan İŞİD’in ağır bir yenilgiye uğratılması, iki Rojava Kantonunun birleşmesi, aslında Erdoğan için ağır bir yenilgi demekti. Zaten bu yenilgiden sonra yüzündeki her türlü maskeyi atarak Rojava düşmanlığı somut bir askeri müdahale boyutuna çıkarması, IŞID eliyle gerçekleştirilen Kobanê katliamı ve Girê Spî (Tel Abyad) saldırıları, ama bunların başarıyla püskürtülmesi, Erdoğan’ın Rojava üzerindeki hesaplarını alt üst etti. Girê Spî (Tel Abyad) başarısının Cerablus’ta tekrarlanma olasılığı, Erdoğan için bir, İŞİD ile var olan bütün “karasal” bağlantıların kopması; iki, Esad’a karşı oluşturulan “Cephenin” arka planının önemli ölçüde zayıflaması anlamına gelmektedir. Bundan dolayı açık bir askeri seferberliği başlattılar, sınıra önemli bir güç kaydırdılar, bu kaydırma işlemi devam etmektedir…

Dolayısıyla her üç kantonu birleşmiş bir Rojava, politik ve moral açıdan büyümüş ve önlemez bir Kuzey demektir. Bu, TC ve onun yöneticileri için kâbustan başka bir şey değildir!

savas_hazirligi2İşte tam da bu noktada, Erdoğan’ın iktidar hesapları ile TC’nin geleneksel Kürt ve Kürdistan politikasının güncel stratejik ve taktik hesapları üst üste binmektedir. Bahçeli ile Erdoğan’ı buluşturan da tam tamına bu ihtiyaçların kendisidir!

Kuşkusuz, Rojava’ya savaş, Kuzeye savaştır, bu, sadece sık sık ifade edildiği gibi “duygusal” değil, nesnel bir gerçekliktir; bunu Kobanê Direnişi sürecinde gördük, her gün bunu canlı canlı olarak yaşıyoruz. Sınırlara, mayın tarlalarına ve sıra sıra dizelen tanklara rağmen, Rojava ile Kuzey arasındaki sınırlar anlamsızlaşmıştır, koparılması olanaksız bağlar yeniden yeniden yaratılmış ve derinleştirilmiştir…

Bunu, her düzeyde TC yetkilileri, partileri de çok iyi biliyor ve günlük olaylarda izliyorlar. Dolayısıyla Rojava’ya karşı geliştirecekleri savaş, biçimleri ve araçları farklı olsa da Kuzeyi de içerecek bir genel savaş olacaktır.

Bu bağlamda Erdoğan’ın savaş planları ile erken seçim ile elde etmek istediği hedefler örtüşmektedir.

Olası bir erken seçimde HDP bir kez daha sivri okların merkezinde olacak, her türlü baskı ve provokasyonun hedefinde olacaktır. Yeni bir seçim süreci, 7 Haziran seçim sürecinin de basit bir tekrarı olmayacaktır; daha kanlı, para militer unsurların devrede olacağı, sindirme ve yıldırma planlarının sayısız çeşidinin devrede olacağı daha kanlı ve “ne pahasına olursa olsun” HDP’ı baraj altında bırakma hedefine kilitli bir seçim süreci olacaktır. Bu, salt, Erdoğan’ın iktidar hedefleri için değil, genelde TC’nin, MHP türü unsurların da olmazsa olmaz hedefi olacaktır. Onlar da 7 Haziran sürecinin derslerini almışlardır, bundan karşı sonuçlar çıkaracaklardır!

Bu politik ve askeri yönelim, kendileri için bir “macera” olabilir, Enver Paşa türü TC’nin sonu için kapıları aralayabilir; ama tekçi, Türkçü sistemde ısrar bunu kaçınılmaz kılar; iç savaşı günlük yaşama egemen kılabilir…

Bu ciddi tehlikeyi en geniş kesimlere çok iyi anlatmak ve kavratmak gerekir. MHP bir iç savaş konsepti, sokaktaki kontra gücü, linç güruhlarını harekete geçirme hareketidir; bu hareketlerinde devletle iç içe hareket ettikleri de sayısız pratikte kanıtlanmıştır.

Kuşkusuz, bu gerçekliği ve olası yönelimleri bugünden kavramak, öngörmek ve buna karşı düşünsel, ruhsal ve politik olarak hazırlıklı olmak, başarılı olmanın ilk koşuludur! Aslında eskisi gibi, örneğin 90’lardaki gibi, hatta 2000’li yılların başındaki gibi, içte ve dışta güçlü değillerdir. Yeter ki gelişmelerin dili ve yönü doğru kavransın, üzerinde hareket edilen dinamikler doğru değerlendirilsin ve bütün bunlara uygun uzun, orta ve kısa vadeli politikalar geliştirilebilinsin ve uygulanabilsin; başarı, hatta zafer kesinlikle mümkündür!

Kobanê ve 7 Haziran, bunun en somut kanıtlarıdır!

                                                                                                                   5 Temmuz 2015

                                                                                                                   M. Can Yüce

News Reporter

Bir yanıt yazın